2023 Depremleri Sonrası Ortaya Çıkan Hızlı Konut Sunusu Söylemi
Bu çalışma, 1980 darbesi ile başlayan ve 2000'li yıllarda yoğunluğunu artıran neoliberal gündemin dönüştürdüğü kamu aktörlerini ve kamunun kentlerde sermaye lehine alandan çekilme pratiklerini analiz etmekte, 2023 depremleri sonrasında gündeme gelen yeniden inşa faaliyetlerinde merkezi bir konumda yer alan arz temelli hızlı konut sunusunu ekonomi politik bağlamda incelemektedir.
Giriş
Bu bölümde, Şubat 2023'te Türkiye’nin güneydoğusu ile Suriye’nin kuzeyini etkileyen büyük depremin genel bir değerlendirmesi yapılacak, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik atmosfer özetlenerek deprem sonrası yeniden inşa çalışmaları çerçevesinde ortaya çıkan gelişmelere teorik bir bakış sunulacaktır. Deprem sonrası yıkımı akademik bir çalışmanın konusu olarak ele almanın, psikolojik açıdan zorlukları bu metne duygusal bir tını vermiş olabilir. Bunun okumayı zorlaştırmayacığını umuyoruz.
6 Şubat 2023 tarihinde, 9 saat arayla, merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan Mw7.7 ve Mw7.6 büyüklüğünde iki deprem meydana geldi. Bu depremleri 20 Şubat’ta, önceki iki deprem gibi Doğu Anadolu Fayı üzerinde yer alan Hatay’ın Yayladağı ilçesi merkezli Mw6.4 büyüklüğünde üçüncü bir deprem izledi (AFAD, 2023). Bu depremler Türkiye’de 11 ilde geniş çaplı bir yıkıma yol açmanın yanında, Suriye’nin kuzeyini de tahrip etti.
Can kayıpları[1], yapı stokunun tahribatı[2] ve ekonomik kayıplar[3] gibi göstergeler aracılığıyla yıkımın boyutları zaman geçtikçe daha da netleşti. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen yurttaşın özellikle soğuk hava nedeniyle hipotermiye yakalanabileceği yönünde erken uyarılar yapılmıştı (URL-1), ancak felaketten hemen sonraki altın 72 saat boyunca, kamu idaresinin müdahalede geciktiği ve bunun da can kayıplarında dramatik bir artışa yol açtığı yönünde eleştiriler sıklıkla dile getirildi (URL-3). Baştan beri koordinasyonu tekelinde bulunduran merkezi yönetimin arama-kurtarma ve acil yardım ulaştırma konusundaki organizasyon zafiyetlerine karşı yaygın bir tepki oluştu. 1999 Marmara Depremi’nin hemen sonrasında dönemin başbakanın dile getirdiği “devlet enkaz altında kaldı” söylemi (bkz.: Ashdown, 2023), 2023 depremlerinde daha büyük kayıplar söz konusu olduğu halde mevcut merkezi yönetim tarafından bir özeleştiri ifadesi olarak ima bile edilmedi.
Afet sonrası müdahaleler sırasında organize olamayan devletin, yeniden inşa süreci ile ilgili sorun çözücü rolüne girme hızı şaşırtıcı değildir. Çünkü devlet zekası yapay olarak bu işlevi en iyi şekilde yerine getirmek üzere eğitilmiştir.
Eğitilmiş Devlet Zekası ve İktidarın Temerküzü
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminden başlayıp onu bugüne kadar bir süreklilik içinde takip eden Türkiye tarihinde, merkezi yönetimin tarihsel davranış biçimi sürekli olarak kendi gücünü pekiştirmeyi ve ortaya çıkabilecek şüphe ve tereddütleri rıza ve baskı mekanizmalarıyla bastırmayı hedeflemiştir (Çavuşoğlu & Strutz, 2014). Ortalama vatandaşın zihnindeki devlete ilişkin metafizik kavrayış bunu tartışılmaz kılmaya uygun biçimde inşa edilmiştir. Olağan yaşamı kesintiye uğratan ve sürekliliğini asla kaybetmeyen beklenmedik durumlar, bu inşayı kalıcı kılmakta fevkalade işlevseldir. Bu nedenle yasal ve fiili olağanüstü hal rejimleri Türkiye tarihine ve özellikle 2010’lar sonrasında bariz otoriterleşme eğilimleri gösteren mevcut iktidara çok kullanışlı bir araç seti sunuyor. Doğal ya da yapay kriz anlarında beliren bazı şedit yönetme pratikleri kimi anayasal durumları askıya almayla sonuçlansa bile önemli bir dirençle karşılaşmıyor. Sıklıkla, Türkiye’de yürüyen olağanüstü hal örneklerinin, iktidarların önceden ilan ettiği ve çerçevesi mevzuatla sınırlandırılmış, belirli/tanımlı bir idare etme biçiminden fazlasını ifade ettiği gözden kaçıyor. Kavramın ortaya atıldığı dönemde olduğundan daha fazla metafizik referansa gönderme yaptığı tespitini yapmak bu nedenle önemli. Bu olağan-dışı durumların karakterini ve iktidarlara sağladığı avantajları biraz derinleştirmekte fayda var.
Schmitt’in hukuk ve siyaset ilişkisi üzerinden geliştirdiği liberalizm eleştirisinin kalbinde yer alan ‘olağanüstü hal’ kavramı ile Agamben’in (2018) Marksist perspektifle kurduğu Schmitt yorumundan neşet eden ‘istisna hali’ kavramları ‘olağan-olan’ dışındaki bir uzamı; yani hukukun askıda olduğu siyasal durumu anlama çabasının ürünü olarak ortaya atılmıştır (Ercan, 2021). Olağanüstü hale karar verme gücünü elinde bulunduran egemen, hukuk dışının konusu olan istisna alanın kapsamına karar verirken aslında hukuk alanının ne kadar daralacağını da belirlemiş oluyor. Siyasal olanın açığa çıktığı bu ara-kesit ne hukuk içi, ne de tam hukuk dışı bir örüntüyü tanımlar. Esnekliğe imkan veren doğası nedeniyle istisnaya karar verme tekeli iktidarlara bazen öngördüklerinden bile fazla güç verebilir. Türkiye örneğinde yaşanan istisna rejimleri, normal hukuk düzenini yalnızca olağan-dışı zamanlarda ve kısıtlı bir çerçevede askıya almanın ötesinde bir karakter sergiliyor. Bu nedenle gerçekliği sadece kanunun düzenlediği alandan anlama çabası daha baştan başarısızlığa uğruyor. Enkode edilmiş nosyonun dışında yaşanan, paralel bir rejimin yürürlükte olduğunu iddia etmek, bu yüzden abartı olmayacaktır. Devasa Marksist literatürün de sıklıkla işaret ettiği gibi hukukun araçsallaştırılması kapitalizme içkin bir davranış örüntüsüdür. Dolayısıyla bu sistemde ortaya çıkan aktör biçimi kural olarak kendi inşa ettiği hukukla sürekli bir pazarlık halindedir, ve çoğunlukla yasaların önünde yürür. Fiili durum, hukuk-içi alanın dışında uzun süre tutulmak istenmez. Bu tekinsiz durumu yasal hale getirmek, kendi eliyle kurduğu meşruiyet zemini kaybetmemek için önemlidir. Bunun Türkiye’deki örnekleri saymakla bitmez ve ortalama yurttaş bu durumu kanıksamıştır. İktidarın bileşeni olan aktörlerin gücü nispetinde temsil edildiğini ve kendisini güvenceye alan bir hukuki şemsiyenin olmayışının farkındadır. Dolayısıyla kurulan herhangi bir müzakerede kendi varlığı bir formalite sorunu olarak algılanır.
Kahraman’ın, Schmidt ve Agamben’den ödünç aldığı analiz çerçevesini “istisna mekanı” kavramsallaştırmasıyla somutlaştırması Türkiye şehirlerini anlamak isteyenler için önemli bir referans kaynağı sunuyor. Bu çabanın en önemli çıktısı “…modern toplumda dağıldığı söylenen egemenin, siyasal alanda ve kentsel mekan üzerinde varlığının sürdüğünü ve karar verici olarak egemenin kentsel mekanda görünür olduğunu tespit etmemize yardımcı ol[masıdır]” (Kahraman, 2017). Kahraman’a göre, kent hukukunu yeniden belirleyen olağanüstü hal sonucu tanımlanan kriz, sermayenin el atmak istediği kentsel ranta ulaşmasını kolaylaştıran[4] istisna hükümle genelleşmekte ve kent mekanının normal hukuk düzenini askıya alınmaktadır (2017). Oluşan kentsel ranttan pay almak siyasetin finansmanı için de vazgeçilemez bir kaynak olarak konumlandırıldığında bu tahakküm rejiminin kendine yeni alan açmak için el yükseltmesi ve sızabileceği yeni çatlaklar oluşturması kaçınılmaz hale geliyor.
Özellikle mülkiyeti kamuda bulunan toprakların özelleştirilmesi ve tarım alanlarının imara açılması yöntemiyle geliştirilen yeni kentsel arsalar Türkiye kapitalizminin 80 sonrası girdiği patikada keşfettiği önemli bir zenginleşme aracı olageldi. Bunun yanında imar haklarını yeniden düzenleyen parsel bazında imar artışları üzerinden de halihazırda kentsel alanda yer alan değerli arsalarda asimetrik değer artışları yaratıldı. Yalçıntan’ın da isabetle tariflediği gibi bu eylem biçimiyle iktidar, planlama yetkisini merkeze alarak bir yandan rant çıkarabileceği her alanı kurcalıyor, bir yandan da rantın dağıtımında birinci el haline geliyor (Yalçıntan, 2023).
Türkiye’de güçlü merkezi yönetim geleneği zaman zaman yerelleşmeyi destekliyor yanılsaması yaratsa da, ekseriyetle yerel yönetimlerin yetkilerini kısıtlama yoluyla merkezi tahkim etme eğilimindedir (Ersoy, 1992). 2010'lardan sonra açık otoriter eğilimler sergileyen merkezi yönetim, deprem sonrası arama kurtarma çalışmalarından başlayarak afet sonrası müdahalelere kadar kendi tekeli dışında kalan her türlü müdahaleyi yasaklayan sert bir yaklaşım benimseyerek bu alışkanlığı açıktan sürdürdü (URL-3). İktidar bu tutumunu bir olağanüstü hal ilanıyla[5] (Resmi Gazete, 2023) güçlendirmiş ve depremde yıkılan yapı stokunun yeniden inşasıyla ilgili kentsel planlama faaliyetleri için yerel yönetimlerin yetkilerini merkeze devretmiştir.
Kürt siyasi hareketinin yönetiminde olduğu diğer pek çok il ve ilçe belediyesinin başına geldiği gibi, depremin yerle bir ettiği 11 ilden biri olan Diyarbakır’ın seçilmiş belediye başkanının da görevinden alınarak yerine merkezden bir kayyım atandığını hatırlamak bu noktada önemlidir (Tutkal, 2021). Erdoğan rejimi için normalleşmiş bir uygulama haline gelen bu merkeziyetçi anlayış 2010'larda artan otoriter eğilimlerle birlikte kentlerin idari kurgusunda da radikal değişiklikleri hayata geçirdi. Komünal değer atfedilen belde yönetimlerini ortadan kaldıran 2012 reformlarının da vurguladığı gibi (Kandeğer, 2016), yetkinin paradoksal bir şekilde yerel düzeye aktarılması, “merkez”i kontrollü ve yönetilebilir bir yerelle yeniden inşa etmeyi amaçlamış ve sonuç olarak merkezi iktidarın güçlenmesine yol açmıştır.
Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde kurduğu hegemonyanın önemli bir parçası da İslami cemaat ve vakıflar üzerinden bir sivil toplum mobilizasyonu yaratmış olmasındandır. Bu arada politik olarak son derece kutuplaşmış Türkiye toplumunun seküler kanadını temsil eden sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri ya topyekün bastırılmakla ya da bu kuruluşların liderlerinin merkezi hükümete bağlılıklarını bildirmeleri şartına bağlanmaktadır. Merkezin gücünü görünür kılmak için giriştiği bu eylemler yalnızca merkezi yönetimin işaret ettiği kuruluşlara olan kısıtlı güveni sarsmakla kalmadı, aynı zamanda yelpazenin diğer ucundaki sivil toplum kuruluşlarının da (iyi niyetli çabalarından şüphe edilmese bile) etkinliklerinden endişe duyulmasına neden oldu. Gücün son derece yoğunlaştığı bu bağlamda, depremde yaşanan yıkım karşısında merkezi yönetimin müdahalesinin ölçeği, örgütlenme anlayışı, iletişim ve eşgüdüm yaklaşımı ciddi şekilde sorgulanırken enkaz henüz kaldırılmadan özel planlama ofisleri ve mimarlık şirketlerine delege edilen yeniden inşa projelerinden henüz haberdar değildik.
Değişen Öncelikler
2023 depremleri sonrasında ortaya çıkan yasal ve fiili olağanüstü hal uygulamalarının, yürürlükteki mülkiyet rejimine meydan okuma, yerel yönetimleri etkisizleştirerek merkezin gücünü tahkim etme, yerel aktörler ile ulusal ve yerel STK’ları müzakere dışı bırakma, iktidarın kültürel ve sosyal hegemonyasının önemli bileşeni olan İslami vakıf ve derneklerin faaliyetlerini kolaylaştırma ve destekleme, yurttaşın halihazırda kısıtlı olan katılım kanallarını ortadan kaldırma, sektörel işgücünü mekansal olarak yeniden dağıtma, olağan planlama müessesesini devredışı bırakarak merkezin kontrolünde şeffaf olmayan bir planlama otoritesi kurma, arz temelli konut inşası üzerinden ulusal inşaat sermayesine kamu kaynaklarını aktarma, eleştirel sesleri kurumlardaki vekilleri aracılığıyla zor kullanarak bastırma gibi somut sonuçları oldu. Peki, afet sonrası müdahalede yetersiz kalan bu devlet aklını, afet sonrası yeniden inşa çabaları sırasında çok rasyonel biçimde organize olmaya sevk eden neydi?
Egemenin zorbalığı ve sonuç alıcı eylem bütünlüğü, ona ne yaptığını bilen bir rasyonel akıl yakıştırması yapmamıza neden olabiliyor. Daha da önemli olanı ise, her durumda bu faili yekpare/tek bir özne olarak algılama eğiliminin yaygınlığı… Fakat kendi içinde uyumlu görünen bu konsolide yapıya bir teklik atfetmek yanıltıcı olabilir. Nitekim kendi içinde sürekli bir devinimle, bu yapıların da aktörler değiştirdiğini ve kendi iç müzakerelerinde de yalın bir güç çatışması yaşadığını belirtmek önemli. Ancak her durumda dışarıdan bakıldığında iç uyumu konusunda tereddüt uyandırmayan bu yapıları rasyonel karar vericilerin kontrolünde sanmamız anlaşılabilir. Yönetme kudretini sağlama ve sürekli kılma aşamasında beliren metafizik unsurlar aktif bir faile dönüştüğü aşamada da iktidarın çevresinde bir hale oluşturur. Tekniğin, tekniğe hakim yaratıcı aklın ve bu iki parçayı harekete geçirmek için gereken somut koşulların hizmetinde olduğu sermayenin örgütlü yapısı bu yargıyı sarsılmaz hale getirirken karlılığı merkeze koyan amaç birliği de temel motivasyon olarak kendini gösteriyor.
Tekniğin, aklın ve maddi koşulların bir araya gelmesi bambaşka sinerjiler açığa çıkarabilecekken temel eyleme motivasyonunun sınıf çıkarı olduğu bir bağlam bu olasılıkları kaçınılmaz olarak teke indiriyor. Dünyadaki gelişmelere paralel olarak 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye’nin stratejik kurumları da neo-liberal ekonomik gündem çerçevesinde önemli yapısal değişikliklere ve öncelik kaymalarına uğradı. Özelleştirme dalgası sadece ekonomik kurumları özel sektörü ihya etmek üzere yeniden inşa etmekle kalmadı, aynı zamanda kolektif zihniyet üzerinde de derin bir dönüşüm yarattı. Mevcut iktidar yapısının, kamu kaynaklarının yeniden dağıtımına yönelik kayırmacı yaklaşımı (bkz.: Gürakar vd., 2016) ve kamu kurumu yöneticilerinin atanmasında sadakate verdiği önem nedeniyle hep eleştirilse de bu temel stratejisinin sağladığı güçle hala yönetme tekeline sahip. Bu köklü dönüşümlerle kritik önemdeki kurumlar, kamu yararına öncelik verme alışkanlıklarını terk ettiği, bunun da Türk Kızılayı gibi kuruluşların şirketleşmesine, kurumsal kapasitesinin zayıflamasına ve kuruluş amaçlarından sapmasına yol açtığı ithamlarını beraberinde getiriyor (Alam ve Sarıyüce, 2023).
2023 depremlerinin ardından çok fazla kayıp yaşanmasının temel nedenlerinden birini Van depreminden sonra hazırlanan ve kamuoyunda Afet Yasası olarak bilinen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’a bağlayan Arslan ve Kayaalp (2023), yasanın hem içeriğiyle hem de uygulama biçimiyle depreme hazırlık politikalarının inşaat sermayesinin inisiyatifine bırakılmasının hukuki altyapısını oluşturduğunu savunuyor.
Bunu birbiriyle ilintili iki yoldan yaptı: bir yandan riskli alan ilanı konusunda devlete istisnai yetkiler tanırken, diğer yandan özellikle riskli konutların tespitini ve yenilenmesini sadece “piyasa aktörlerinin” çözebileceği bir probleme dönüştürdü. Başka bir ifadeyle, kamu otoritesi birçok bölgede inşaat aktörleri lehine “sahadan çekildi” (Arslan ve Kayaalp, 2023).
İnşaat sermayesinin kontrolüne bırakılan bu sahada kârlılığı sürekli hale getirmek için yıkım dinamiğini de tekrarlanabilir kılmanın, ya da en azından bunu dilemenin, vakayı adiyeden sayılmasında şaşılacak bir durum yoktur. Yeniden inşa vizyonu her zaman bir yıkımdan neşet eder.
Yeniden İnşa Vizyonu
Yurttaş, depremin hemen ardından sosyal medya üzerinden örgütlediği self-organized komüniteler aracılığıyla arama-kurtarma faaliyetlerinin koordinasyonuna ve ihtiyaç duyulan malzemenin lojistiğine odaklanmışken, merkezi yönetimin afet sonrası yeniden inşa faaliyetleri için çeşitli planlama ve mimarlık şirketlerine ihale dağıtmakla meşgul olduğu[6] sonraları açığa çıkacaktı. Enkaz altından hâlâ canlı insanlar çıkarılırken, bazı ünlü mimarların hükümet içindeki çevrelere (örneğin bir müze inşaatı için) kulis yaptığı, büyük inşaat şirketlerinin milyarlık ihalelere hazırlandığı, teknik standartları karşılamayan planların bile master plan olarak sunulduğu kaotik bir dönem yaşandı. Ülkedeki inşaat sermayesinin işlevsel örgütü olan Gayrimenkul Yatırımcıları Derneği (GYODER)’nin belirleyici aktör olduğu yeniden inşa süreci bu aşamada bir ”planlama” değil, ”tasarım” sorunu olarak tarif ediliyordu (Güngör, 2023). Daha çarpıcı olan ise GYODER Başkanı Kalyoncu’nun bu planlama ya da tasarım faaliyetini “gönüllü olarak” icra ettiklerini ifade etmesiydi (Evin, 2023). Neyse ki sonradan ANKA Ajans’ın yayımladığı bir haberle[7] “Afet Bölgesi Tasarım Alanları Rehberi” adı verilen belgede Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile TOKİ’nin de GYODER’le birlikte imzasının olduğu görülecekti. 2000’lerden sonra TOKİ’nin kamuya ve yoksullara ait kent topraklarını sermayeye aktarmak için nasıl bir aparat olarak kullanıldığı da hatırlandığında manzara sarihleşiyor.
Özel sektörün organik bir biçimde kamuyla kaynaşması söyleminde beliren bu özel manzara, istisnai mekan yaratmada sermayenin etkinliğini gözler önüne seriyordu. Nitekim bir halkla ilişkiler çalışması olarak kendi markaları adına kurdukları konteyner ve çadırlardan müteşekkil geçici barınak alanlarındaki görünürlüğü, bu alanda murat edilene işikin güçlü ipuçları veriyordu (Arıkan, 2023). Diğer taraftan sermaye tarafından gönüllü olarak icra edildiği duyurulan tasarım faaliyetlerine ilişkin haberlerin çıktığı 27 Şubat’tan iki gün önce, Şehircilik Bakanının “11 ile 11 ayrı master plan çalışıyoruz.” dediği görülmüştü (URL-4). Çok büyük ihtimalle tanık olduğumuz şey, aynı çalışmanın iki ayrı ifade edilme biçimiydi. Daha sonra büyük tartışmalara neden olan Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin 126 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi‘nin (Resmi Gazete, 2023) de 24 Şubat’ta yayımlanmış olduğunu tam bu noktada anmak önemli görünüyor. Sonuçta oluşan bu yeni istisnai durumda sermayenin artık alışılmış şekilde lobicilik yaparak plan ve kararları etkilemekle yetinmeyip, açıkça plan kararlarını belirleme tutumu sergilediği bir manzara oluştu. Bu nobranlığa şehir planlama ilkelerini yok saydığı eleştirileriyle karşı çıkan sesler ise çok şedit bir biçimde bastırıldı[8].
İnşaat sermayesinin 2018’de başlayan kur krizinden itibaren içine girdiği darboğazdan (Gürgen, 2018) çıkması için bu deprem çabucak bir fırsat olarak algılandı. Bu, doğal afetlerin ardından yeniden inşayı finanse etmeyi, uzun vadeli ekonomik büyümeyi sürdürmenin kilit bir bileşeni olarak tanımlayan liberal söylemi (Freeman, 2004) doğrulayan bir tavırdı. Böylece kamu kesimiyle iç içe geçmiş sermayenin hızlı bir biçimde organize olduğunu gördük. İlk depremin üzerinden üç haftadan az bir süre geçmişken, mevcut yapı stokuna ilişkin hasar tespitleri tamamlanmaya yaklaşmış, yeni inşa edilecek yapılara ilişkin sayılar da netleştirilmeye başlanmıştı (URL-5). Arama-kurtarma faaliyetlerinde göze çarpan atalet, enkaz kaldırma işlemleri sırasında bariz bir aceleciliğe dönüştü. Yaralıların veya hayatını kaybetmiş yurttaşa ait naaşların enkaz altından çıkarılmasının belli bir özeni hak ettiği, insanların özel eşyalarını alabilmeleri için zamana ihtiyaç duyduğu, daha sonra yürüyecek hukuki süreçlerde kritik bir rolü olacağından binalardan delil ve numune toplanması gerektiği uyarıları (URL-7) dinlenmeden enkaz kaldırma işlemleri büyük bir hızla gerçekleştirildi.
Yıkıntılar kaldırılırken diğer taraftan 126 numaralı kararnamenin kurduğu istisnai rejimle yeni alanların da olağan planlama süreçleri işletilmeden yerleşmeye açılması mümkün kılındı. Böylece, Türkiye şehirlerinin son 20 yılının kabusu haline gelen acele kamulaştırma ve davet usulü ihale (21/b) gibi uygulamalar bürokratik formalitelerden bile azade kılındı. Şehircilik Bakanı’nın, “Merkezlerdeki yoğunluğu azaltmak için öncelikle şehirlerin çeperlerinde belirlenen rezerv alanlarında konutlar yapılaca[ğı]” (URL-5) açıklaması yer seçimine yönelecek olası itirazları geçiştirmek için “…ovadan dağa doğru, Avanos Dağlarının eteklerine doğru sağlam zemini bulduğumuz, sıvılaşmanın olmadığı, fay hattına mesafesinin uzak olduğu alanları[n tercih edildiği]” (URL-5) söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Tam olarak nerede yer seçtiği asla açıklanmayan rezerv alanlarında inşa edileceği söylenen 200 bine yakın konutun, Nisan sonuna kadar sözleşme süreçleriyle birlikte yapımlarına başlanacağı ifade ediliyordu (URL-4). Üretilecek konutların niteliğine ilişkin tereddütleri gidermekten çok, yerleşim kararlarına güven sağlamak için “en iyi mimarlara çalıştırıldığı” belirtiliyordu (URL4).
İktidar partisinin bir milletvekilinin önüne koyduğu bir sayfa kağıt üzerinde Kahramanmaraş’a yeni yapılacak konutları temsil etme çabasını gösteren bir video (URL-6) sosyal medyada dolaşıma girdiğinde her ne kadar eğlence konusu edilerek geçiştirilmişse de, bu kayıtta iktidarı elinde bulunduran ideolojinin ortalama mekan tahayyülünü yansıtan ibretlik detaylar göze çarpıyordu. Yerle bir olmuş kentlerde yeni bina inşa etmeyi gerektirecek bir yıkıma neyin neden olduğuna ilişkin bir soruşturma ve buradan çıkarılacak dersten yararlanma gibi bir arayışa dair hiçbir emare yoktu. Zaten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2018 yılında yayımladığı imar barışı kitapçığına göre Türkiye’de imara aykırı yapılar %50’nin üzerinde, bu da yaklaşık 13 milyon binaya tekabül ediyor. Aralık 2019’a kadar imar barışından 7 milyon 450 bin bina yararlanmış durumda (Arslan ve Kayaalp, 2023). Bu bilgi özellikle çarpıcı zira bir imar affını gerektirecek bu miktardaki yapı stoku bir günde inşa edilmedi. Dolayısıyla bu informel kanalı açma ve buna meşruiyet kazandırarak kerhen teşvik etme yolunu tercih eden kamu otoritesinin sorumluluğu da göz ardı edilmemeli. Genişçe bir parantez gerektireceği ve bu yazının ana sorularından birini içermediği için doğal fenomenleri afete çeviren siyasi tercihler üzerine söyleyeceklerimizi burada sonlandıralım.
Arz Temelli Hızlı Konut Sunusu
Altyapının yeniden inşası, yoksullar için gelir istikrarı ve diğer ekonomik birimlerden üstlenilen riske karşı koruma şeklinde tarif edilen üçlü siyasa, afet sonrası yeniden yapılanmanın temel bileşenleri olarak tarif edilirken (Freeman, 2004) ve bununla ilgili önemli standartlar hakkında geniş bir literatür varken (Da Silva, 2010) 2023 depremleri sonrasında mesele “yapılanma”dan “inşa”ya, oradan da “konut inşası”na sıkıştırılmış görünüyor. Konut sektörünün kapsamlı bir ekonomik faaliyet yaratma kabiliyetine sahip olduğu öteden beri bilinen ve popülist uygulamaları gündemine alan özellikle otoriter yönetimlerin sıklıkla başvurdukları bir enstrümandır. Dolayısıyla konut üretimini ana gündemleştiren politik tercihin çok geçerli nedenleri var. Her şeyden önce uluslararası hibe ve kredilerin konut projelerine finansman sağlama hevesinde oldukları görülüyor. Dünya Bankası, 1980–2001 yılları arasında kendi kaynaklarıyla finanse ettiği 117 doğal afetle ilgili yeniden inşa projesini inceleyen bir çalışma, bu projelerin üçte birinin konut üretimini içeren bileşenlere sahip olduğunu göstermiştir (Gilbert, 2001). 2003 ortasına kadar, Dünya Bankası’nın afet sonrası yeniden inşa kredilerinin %50'sini konutların yeniden inşası için ayırdığını görmek (Lester, 2003), bu trendin yönünü[9] daha iyi kavramamızı sağlıyor. Olağandışı bir durumu, yani bir krizi işaret eden afetlerin ardından, uluslararası finans topluluklarının kredi onaylarına ve kredilerin denetimine daha az inceleme uygulaması da bu trendi besleyen önemli bir unsurdur (Freeman, 2004). Yoksul ülkelere afet sonrası yeniden yapılanma için uluslararası kuruluşlar ve kalkınma bankaları tarafından sağlanan fonlar, bu ülkelerin kalkınması için ayrılan miktarın önemli ölçüde üzerindedir. İktidarlar için konut inşası gibi görünür bir iş yapma fırsatını ortaya çıkaran bu fonlar, genellikle yoksulluğu azaltma çabalarında kaybedilen parayı temsil eder (Freeman, 2004).
2023 depremleri sonrasında hasar gören yapılara ilişkin merkezi istatistikler ilk olarak 17 Mart’ta Cumhurbaşkanlığı Strateji̇ ve Bütçe Başkanlığı tarafından yayımlanan bir raporda yayımlandı (SBB, 2023). Rapor alışık olduğumuz ketum devlet tavrını aşıp gayet cömert bilgiler paylaşıyordu. Örneğin İçişleri Bakanlığı tarafından tutulan merkezi adres kayıt sisteminde yer alan bina sayılarını, bina cinsini de içerecek şekilde il-il görebildik (Tablo 1). Buna göre, afet bölgesi ilan edilen 11 ilde binaların genel toplamı 2,6 milyondan biraz fazlaydı.
Raporda ÇŞİD Bakanlığının topladığı hasar tespit kayıtları, hasar derecesi sınıflandırmasına göre bina sayısı ve bağımsız birim sayısı olarak iki farklı kategoride kümülatif olarak paylaşıldı (Tablo 2). Buna göre 6 Mart tarihine kadar, toplamda 1,7 milyon binada[10] hasar tespit çalışmaları tamamlanmış görülüyordu.
Bu sınıflama sisteminde yer alan yapılardan “orta” ve üstü derecede hasar alan binaların kesin olarak yıkılacağı duyurulduğundan (Şekil 1), afet sonrası için aynı yoğunlukta 400 binden fazla yeni binanın (1,2 milyona yakın bağımsız birim) inşasına ihtiyaç duyulacağı anlaşılıyor (URL-8).
Piyasadaki dalgalanmalar göz önüne alındığında, inşaat maliyetleriyle ilgili gerçekçi bir tahmin yapmak[11] zor olabilir. Ancak, Dünya Bankası’nın depremden hemen sonra oluşan 34.2 milyar dolarlık hasar açıklamasının ardından (World Bank, 2023), UNDP’nin bu tutarı 100 milyar dolara güncellemesi (UNDP, 2023), inşaat sermayesinin konut inşasını önceliklendiren yeniden inşa faaliyetlerinde[12] neden bu kadar büyük bir ilgi gösterdiğini açıkça ortaya koyuyor. Zaten ilk depremin yaşanmasından iki hafta sonra, 21 Şubat’ta başlayan inşaat ihaleleri furyası sadece iki ayda 185 milyar TL’lik hacmi aşmış durumdaydı (Toker, 2023).
Uluslararası kuruluşların sağladığı güçlü hibe ve krediler ile ülke çapında pornografik bir televizyon şovuyla sermayeden ve kamu kurumlarından toplanan “bağışların” aktarıldığı Afet Yeniden İmar Fonu’nun[13] Sayıştay denetimine tabi olmayacağı düşünüldüğünde, zaten davet yöntemiyle yapılan ihalelerle bu kaynakların hedefe uygun kullanılıp kullanılmayacağı bir endişe sebebi olarak ortada duruyor. Dünyada pek çok afet ve savaş sonrası yeniden inşa faaliyeti için kurulan fon deneyimlerine (Hayashi, 2012) de başvurulmadığı anlaşılıyor. Öte yandan, 1999 Marmara Depremi’nden bu yana toplanan ve güncel değerlemeyle 687,6 milyar liraya (36,5 milyar dolar) tekabul eden özel vergilerin akıbetinin ne olduğu konusu da çokça tartışıldı (URL-9).
Diğer taraftan yurttaşın süreçlere katılımının önemsendiğine dair hiçbir emare görülmüyor. Son yıllarda özellikle Çin’den çıkan akademik yazım merkezi yönetimler tarafından yukarıdan-aşağıya uygulamalarına olumlu bir nitelik atfetse de (Yi vd., 2020), hakim yazın halen yurttaş katılımının önemine vurgu yapıyor.
Katılımcılığın mülk sahipliğiyle ilişkilendirilmesi ise bu bakımdan en büyük potansiyel sorun olarak önümüze çıkıyor. Afetlerden sonra konutların yeniden inşasına yönlendirilen kamu fonlarının çoğunlukla orta ve üst sınıflar tarafından ele geçirildiği (Freeman, 2004) ve bu programların kiracılar veya gecekonducular gibi düşük gelirli gruplara en düşük önceliği verdiği (Oliver-Smith, 1990) biliniyor. AFAD’ın Afetzede Barınma Desteği adı altında ev sahibi olanlara aylık 5 bin lira, kiracı olanlara ise aylık 2 bin lira kira yardımı[14] yapılacağı duyurusu (URL-10) bile, yürütülecek müzakerenin toplumsal kırılganlıklara duyarsız olacağının açık göstergesiydi. Daha önce İzmit depremi için de, deprem sonrası hak sahipliğinin ön koşulunun afet öncesi mülk sahipliğine bağlandığını görmüştük (Bilecen, 2016). Mukherji (2008), özellikle gelişmekte olan ülkelerde yeniden inşa faaliyetleri sırasında kamu kaynaklarının ne şekilde dağıtıldığının afet sonrası hayatın akışının en önemli belirleyicisi olduğunu vurgulaması bu bakımdan anlamlıdır.
Geçici barınma alanlarının oluşturulması ve dağıtılması sırasında yaşanan aksaklıklardan ayak seslerini duyduğumuz üzere, inşa edilecek konutların hak sahiplerine bedelsiz teslim edilmeyeceği, uzun vadeli borçlandırma stratejisinin uygulanacağı ifade edilmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 27 Mart’ta Adıyaman’da yaptığı konuşma bunun detaylarını veriyor:
“Diğer afetlerde konutların maliyetini neredeyse 3'te biri bedelle, 2 yıl ödemesiz, 20 yıl vadeyle verdik. Herhangi bir faize tabi olmayan cüzi bir rakamla başlıyor, gelirlerdeki rutin artışlarla birlikte kısa sürede nispeten daha da az bir miktara düşüyor. (…) Vade süresi olan 20 yılın sonuna kadar aylık ödeme miktarı sabit kalıyor. Borcunu peşin kapatmak isteyenler yüzde 20 indirimden yararlanıyor.” (URL-11)
Anayasanın, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan her türlü zararı ödemekle yükümlü olduğu hükmü (Md. 125) gereği aynı tür tekrarlanan afetler sonrası meydana gelen can ve mal kayıplarının idarece önceden alınacak önlemlerle önüne geçilmesi mümkün olduğundan afet sonrası oluşan hasarın tazmini için idarenin sorumluluğu ilkesi işletilebilir (Çilingir, 2019). Bu da toplumsal muhalefetin etkinliğine bağımlı bir husus.
Sonuç
Eski ve standart-altı yapı stokunun usulünce yenilenememesi ve mevzuatın sıkılaştırılmasından sonra inşa edilen bazı yapılarda da denetimsizlikten kaynaklanan sorunların bulunması, deprem kuşakları üzerinde yer alan Türkiye kentlerinin kırılganlığını artıran önemli bir konu olagelmiştir. Bu sorunları ortadan kaldırma iddiasıyla gündeme gelen kentsel dönüşüm mevzuatı, kamu kaynaklarının seçilmiş özel sektöre aktarılmasının bir mekanizması olarak imar hakları üzerinden kamu yararına aykırı uygulamalar geliştirmiştir. İmar afları ve bütünlüğü bozan plan değişiklikleri siyasi bir tercih olarak mevcut iktidarın alameti farikası haline gelmiştir.
Türkiye tarihi boyunca olağanüstü hal yöntemlerine sıklıkla başvurulmuş ve yerleşik içtihatlara aykırı uygulamalar sergilenmiş olsa da 2010'lardan sonra otoriterleşmenin dozunu arttıran merkezi yönetiminü yerel yönetimlerin planlama yetkilerini bypass ederek planlama ve uygulama süreçlerini tekeline aldığı ve süreklilik arz eden fiili bir olağanüstü hal rejimi tesis ettiği görülmektedir. Üstelik yerel yönetimler arasında da iktidar partisine mensup olup olmaması üzerinden bariz bir ayrıcalık rejimi uygulanmaktadır. Kamu aktörleri mevcut hükümet döneminde piyasa odaklı davranışlarını daha da şiddetlendirmektedir. Ulusal ölçekte mega projeleri yöneten büyük inşaat sermayesi, deprem sonrası inşaat faaliyetlerinde en belirleyici aktör konumundadır. Yerel yönetimlerin ve sivil inisiyatiflerin karar alma süreçlerinden tamamen dışlanmış olması, merkezi hükümetin ve yerleşik sermayenin konut sunumunda önceliğe sahip olduğunu göstermektedir.
Belirleyici aktörlerin mekânsal anlayışı, üretilecek konutların kent bütünü ile uyumlu olmaması riskini doğurmaktadır. Geçici barınaklar (çadır ve konteyner kentler) için yer seçimi sorunları, yeni konutların yerleşilebilirlik analizinin doğruluğu konusunda şüphe uyandırmaktadır. Deprem sonrası mevcut konut stokunda meydana gelen büyük hasar, yeniden inşa faaliyetleri sırasında büyük bir ekonomik patlama yaratmıştır. Ancak, sermayenin aceleciliği ve merkezi hükümetin görünür projeler yaratma arzusu, olağan planlama süreçlerinin düzgün bir şekilde yürütülmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Konut üretiminin piyasa aktörlerine ve piyasalaşmış kamu kurumlarına devredilmesi ve katılımcı süreçlerin tamamen dışlanması bir tehdit olarak ortaya çıkmaktadır. Meslek odalarının ve uzmanların görüşlerinin dikkate alınmaması, süreçlerin kapalı ve şeffaf olmayan yapısı, üretilecek konutların yeni afetlerde nasıl bir performans göstereceğini sorgulanır hale getirmektedir.
Konut alanlarının yer seçimleri incelendiğinde, kentlerin deprem öncesi yapısının yeniden inşa edilemeyeceği şüphesi ortaya çıkmaktadır. Üretilecek konutların finansmanı için uzun vadeli borçlanma stratejileri kent sakinlerinin yaşamlarını kökten değiştirebilecek riskler içermektedir. Konut dışı yapıların (olanaklar, yeşil alanlar, vb.) bu konut alanlarıyla nasıl ilişkilendirileceğine dair bir vizyon henüz belirlenmemiştir. Konut tiplerinin yerel ihtiyaçlara göre uyarlanması gerekmektedir.
Notlar
[1] Depremden sonra açıklanan resmi istatistiklere göre, 7302'si Suriye İç Savaşı’ndan kaçan sığınmacılar olmak üzere, sadece Türkiye’de 50.500 kişi hayatını kaybetti (URL-2).
[2] Türkiye’deki depremler 2010 Haiti felaketinden 10 kat daha fazla moloz üretmiştir (UNDP, 2023).
[3] Dünya Bankası başlangıçta $34.2 milyarlık bir hasar tespit tahmini yapmıştı (World Bank, 2023) ancak daha sonra UNDP bu tutarı $100 milyar olarak güncelledi (UNDP, 2023). Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na göre, depremin Türkiye ekonomisi üzerindeki toplam yükünün yaklaşık 2 trilyon TL (103,6 milyar ABD Doları) olduğu tahmini paylaşıldı (SBB, 2023).
[4] Özellikle, 2011 yılında yaşanan Van depreminden sonra çıkarılan 6306 Sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” burada anılmaya değer. Bir krizden sonra, o krizi yaratan katmanlı tercihler bütününü alaşağı etmesi beklentilerinin sağladığı meşruiyet zemininde beliren ve merkezi yönetime olağanüstü yetkiler tanıyan bu kanun, duyurulandan bambaşka bir amaca hizmet edececeği alenen ortada olmasına ve uygulamalarla bunu defalarca kez kanıtlamış olmasına rağmen halen yürürlüktedir. Merkezi yönetime, kademelenmiş planlama hiyerarşisini ortasından keserek ölçekler arasında salınma imkanı veren daha pek çok benzer yasa ve uygulama sayılabilir.
[5] 6 Şubat depreminden üç gün sonra cumhurbaşkanının ön telkiniyle TBMM gündemine gelip kabul edilen tezkereyle ilan edilen 3 aylık olağanüstü hal, Kahramanmaraş, Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa illerini kapsamına alıyordu. Daha sonra Elazığ’ın da dahil edilmesiyle afetten etkilenen iller şeklinde ikinci bir sınıflama dolaşıma girdi. Daha sonra bu liste Bingöl, Kayseri, Mardin, Tunceli, Niğde ve Batman’ın da dahil edilmesiyle 17 ili kapsamına aldı. Bkz.:https://www.tbmm.gov.tr/Haber/Detay?Id=be132ba5-1c52-40b7-ae07-
0186360b0083 (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
[6] Bir sosyal medya kullanıcısının çok isabetli bir şekilde tespit ettiği gibi İstanbul’da üniversite öğrencileri enkazdan can kurtarmak için hilti ararken, esas işi bu olan kamu yöneticileri ofislerde proje çizdiriyordu.
[7] https://ankahaber.net/haber/detay/anka_haber_ajansinin_deprem_bolgesindeki_5_kentte_yapilacak_insaat_
projelerinin_hukumete_yakin_sirketlere_verildigi_haberine_erisim_engeli_karari%E2%80%A6_anka_karara_itiraz_etti_132274# (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
[8] “Bu kararname, kısa sürede deprem sonucu ortaya çıkan barınma ihtiyacına yanıt verme hedefine sahip olmasıyla, Türkiye’de köklü bir geçmişe sahip Şehir ve Bölge Planlama bilim alanı ve mesleğinin birikimlerini göz ardı etmekte, daha orta ve uzun vadede büyük sorunlara yol açabilecek bir nitelik taşımaktadır.” açıklamasının yer aldığı bir bildiri yayımladığı için İTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümü öğretim üyelerine soruşturma açılması ve bölüm başkanının görevden alınması çok çarpıcı bir örnek olarak kayıtlara geçti. Bkz.: https://t24.com.tr/haber/itu-de-bildiri-krizi-
sehir-ve-bolge-planlama-bolumu-baskani-gorevden-alindi-sorusturma-acildi,1102345 (Erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
[9] Maalesef, bu makale için ayrılan kısıtlı zaman, daha güncel çalışmalara bakmayı mümkün kılamadı.
[10] Bu dataya göre depremden etkilenen illerde yer alan tüm yapıların yaklaşık üçte ikisinde hasar tespit çalışmasının bu tarihte tamamlandığı görülüyor. Henüz değerlendirme yapılmamış yapı stokundaki hasarı mevcut değerlerle ağırlıklandırılarak yeniden hesaplamak, hasarın yoğun olduğu yerlerden tespite başlandığı düşünüldüğünde yanıltıcı olabilir. Bu bilgiyi tamamlanmış kayıtlara ait data üzerinden güncelleme çabalarımız bu makaleyi teslim edeceğimiz aralıkta tamamlanamadığından buraya alamıyoruz.
[11] Ancak 2023 yili yapi yaklaşik bi̇ri̇m mali̇yetleri̇ üzerinden yapılan basit bir hesaplamayla 18 daireli bir apartman dairesinin net maliyeti 12.809,60 TL/m2 şeklinde bulunuyor. Bu da ortalama 100 m2’lik bir bina için arsa maliyeti hariç 1,3 milyon TL’lik bir bedeli gündeme getiriyor. 1,2 milyona yakın bir yeni bağımsız birime ihtiyaç olacağı düşünüldüğünde, sadece konut inşası için 1,5 trilyon TL ($65 milyar)’lik bir finansman gerekeceği görülür. Ancak bunların kitlesel üretimde önemli bir eksilmeye uğrayacağı akılda tutulmalı.
[12] Strateji ve Bütçe Başkanlığı’na göre, depremin Türkiye ekonomisi üzerindeki toplam yükünün yaklaşık 2 trilyon TL (103,6 milyar ABD Doları) olacağı tahmin ediliyor (SBB, 2023). Ancak Japonya-Kobe depreminden hemen sonra yapılan hasar hesabıyla, uygulama sonrası ortaya çıkan gerçek maliyetler karşılaştırıldığında görülen 10’a 16’lık oran (Hayashi, 2012), hasara ilişkin yapılan erken değerlendirmelere daha ihtiyatlı yaklaşmamız gerektiğini hatırlatıyor.
[13] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2023/03/20230321-11.htm (Erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
[14] Türkiye’de Mart 2023 sonu itibarıyla son bir yıl içerisinde kiralık konutların kiraları %157 artmıştır. Bir önceki yılın aynı döneminde 37,7 TL olan Türkiye geneli güncel ortalama m2 kira fiyatı 97 TL olmuştur (BETAM, 2023). Bu da 100 m2 büyüklüğündeki bir konut için aylık kira bedelinin 9.700 TL civarında olması anlamına geliyor. Yani kira yardımlarının eşitsizliği bir yana tutarları da oldukça sorunludur.
Kaynaklar
AFAD (2023). Kahramanmaraş (Pazarcık ve Elbistan) Depremleri Saha Çalışmaları Ön Değerlendirme Raporu, İçişleri Bakanlığı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı, https://deprem.afad.gov.tr/assets/pdf/Arazi_Onrapor_28022023_surum1_revize.pdf (son erişim tarihi 15 Nisan 2023).
Agamben, G. (2018). İstisna Hali, çev. Kemal Atabay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, İstanbul
Alam, H. A.; Sarıyüce, I. (2023). Turkey’s Red Crescent criticized for selling tents to charity instead of giving them to quake victims, CNN World, https://edition.cnn.com/
2023/02/28/europe/turkey-earthquake-red-crescent-criticism-intl/index.html
Arıkan, B. (2023). Şirketlerin konteyner kentleri: Geleceğin coğrafyasını şekillendirecek bir eşik, Umut-Sen, https://umutsen.org/index.php/2023/03/sirketlerin-konteyner-kentleri-
gelecegin-cografyasini-sekillendirecek-bir-esik/
Arslan, O.; Kayaalp, E. (2023). Afet Yasası, İnşaat Sektörü ve Depreme Hazırlık, Birikim Dergisi güncel yayın, https://birikimdergisi.com/guncel/11258/afet-yasasi-insaat-sektoru-ve-
depreme-hazirlik#_ftnref14
Ashdown, N. (2023). Turkey’s Cataclysmic 1999 Earthquake Foretold a Future Catastrophe, The New Lines Magazine, https://newlinesmag.com/essays/turkeys-cataclysmic-
1999-earthquake-foretold-a-future-catastrophe/
BETAM (2023) “sahibindex Kiralık Konut Piyasası Görünümü: Nisan 2023”, Bahçeşehir Üniversitesi, https://betam.bahcesehir.edu.tr/2023/04/sahibindex-kiralik-konut-piyasasi-
gorunumu-nisan-2023/
Bilecen, T. (2016), Deprem ve Konut Hakkı: 17 Ağustos 1999 İzmit Depremi’nden 23 Ekim 2011 Van Depremi’ne Kapitalizm ve Mülkiyet Hukuku, İnşaat ya Resulullah içinde (der.: Bora, T.), İletişim Yayınları, İstanbul
Çavuşoğlu, E.; Strutz, J. (2014). Producing force and consent: Urban transformation and corporatism in Turkey, City, 18:2, 134–148, DOI: 10.1080/13604813.2014.896643
Çilingir, G.A. (2019) Türki̇ye’de Afet Yöneti̇mi̇ ve İdareni̇n Sorumluluğu, İstanbul Üni̇versi̇tesi̇ Sosyal Bi̇li̇mler Ensti̇tüsü Kamu Hukuku Anabi̇li̇m Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi̇
Da Silva, J. (2010). Key considerations in post-disaster reconstruction: Lessons from Aceh, ARUP, Published by Practical Action Publishing. https://www.urban-response.org/
system/files/content/resource/files/main/lessonsfromaceh.pdf
Ercan, D. (2021). Schmitt’in ‘Olağanüstü Hal’i ile Agamben’in ‘İstisna Hali’: Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi , 11 (2) , 1395–1415 . DOI: 10.32957/hacettepehdf.914024
Ersoy, M. (1992). Relations between central and local governments in Turkey: An historical perspective. Public Administration and Development, 12(4), 325–341.
Evin, M. (2023). Deprem konutu inşaatında bir “gönüllü”: Kalyoncu Bey, Kısa Dalga Gazetesi, 22 Mart 2023 tarihli köşe yazısı, https://kisadalga.net/yazar/deprem-konutu-insaatinda-
bir-gonullu-kalyoncu-bey_61559 (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
Freeman, P. K. (2004). Allocation of post-disaster reconstruction financing to housing. Building Research & Information, 32(5), 427–437.
Gilbert, R. (2001). Doing More for Those Made Homeless by Natural Disasters, Disaster Risk Management Series №1, Washington, DC, World Bank.
Güngen, A. R. (2018). Türkiye’nin 2018 Krizi: Nereden Nereye?, Mülkiye Dergisi, 42 (3), 449–452, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/933862 .
Güngör, D. (2023). 11 ilin master planı nasıl olacak?, Sabah Gazetesi, 10 Mart 2023 tarihli köşe yazısı, https://www.sabah.com.tr/yazarlar/dilek-gungor/2023/03/10/11-ilin-master-plani-
nasil-olacak (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
Gürakar, E. Ç.; Gürakar, E. Ç.; Bircan, T. (2016). Redistribution or Crony Capitalism? Favoritism in Public Procurement Contract Award Processes. Politics of Favoritism in Public Procurement in Turkey: Reconfigurations of Dependency Networks in the AKP Era, 67–106.
Hayashi, T. (2012). Japan’s Post‐Disaster Economic Reconstruction: From Kobe to Tohoku. Asian Economic Journal, 26(3), 189–210.
Kahraman, T. (2017). Kent hukukunda devletin istisna yaratma durumu, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı, yayımlanmamış doktora tezi
Kandeğer, B. (2016). Reform söylemleri üzerinden devleti okumak: İkinci meşrutiyetten günümüze, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
Lester, R. (2003). The World Bank perspective on national catastrophe risk management. Paper presented at the World Bank Conference on ‘Financing the Risks of Natural Disasters: A New Perspective on Country Risk Management’, 2–3 June, Washington, DC.
Mukherji, A. (2008). Negotiating housing recovery: Why some communities recovered while others struggled to rebuild in post-earthquake urban Kutch, India. University of California, Berkeley, Yayımlanmamış doktora tezi.
Oliver-Smith, A. (1990). Post-disaster housing reconstruction and social inequality: A challenge to policy and practice, Disasters içinde, cilt: 14, no: 1, sayfa. 7–19
Resmi Gazete (2023). Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin 126 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/19.5.126.pdf (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
SBB (2023) Kahramanmaraş ve Hatay Depremleri Raporu: Deprem Sonrası Değerlendirme, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, 17 Mart 2023, Ankara https://www.sbb.gov.tr/2023-kahramanmaras-ve-hatay-depremleri-raporu/
Toker, Ç. (2023). Hatay Defne konutları Saray müteahhidinde, T24 Gazetesi, 19 Nisan 2023 tarihli köşe yazısı, https://t24.com.tr/yazarlar/cigdem-toker/hatay-defne-konutlari-saray-
muteahhidinde,39637 (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
Tutkal, S. (2022) Trustees Instead of Elected Mayors: Authoritarian Neoliberalism and the Removal of Kurdish Mayors in Turkey. Nationalities Papers, 50(6), 1164–1186. doi:10.1017/nps.2021.42
UNDP (2023). Millions of tons of earthquake rubble await removal in Türkiye, (Levent Kulu’s report) https://www.undp.org/turkiye/press-releases/millions-tons-earthquake-rubble-
await-removal-turkiye
World Bank (2023) Global Rapid Post-Disaster Damage Estimation (GRADE) Report: February 6, 2023 Kahramanmaraş Earthquakes — Türkiye,
World Bank, & Global Facility for Disaster Reduction and Recovery (2023). Global Rapid Post-Disaster Damage Estimation (GRADE) Report: Mw 7.8 Türkiye-Syria Earthquake — Assessment of the Impact on Syria (Results as of February 20, 2023).
Yalçıntan, M. C. (2023). Topyekûn Bir Planlama Kültürünün Oluşması Gerekiyor (Simla Sunay ile söyleşi), Yapı Dergisi, http://www.yapi.com.tr/haberler/topyekun-bir-planlama-
kulturunun-olusmasi-gerekiyor_197923.html?sayfa=1
Yi, F., Deng, D., & Zhang, Y. (2020). Collaboration of top-down and bottom-up approaches in the post-disaster housing reconstruction: Evaluating the cases in Yushu Qinghai-Tibet Plateau of China from a resilience perspective. Land Use Policy, 99, 104932.
***
URL-1 (2023). Why freezing temperatures in the quake-struck areas are so dangerous, The Washington Post, https://www.washingtonpost.com/world/2023/02/08/turkey-syria-
cold-dangers-freezing-earthquake-hypothermia/ (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-2 (2023). 6 Şubat’taki depremlerde can kaybı 50 bin 500'e yükseldi, BBC Türkçe, https://www.bbc.com/turkce/articles/c51kdv8d15jo (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-3 (2023). The Failures of Turkey’s Earthquake Response, Time, https://time.com/6255634/
earthquake-turkey-syria-erdogan-rescue/ (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-4 (2023). Bakan Kurum: 11 İle 11 Ayri Master Plan Çalışıyoruz, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, basın bülteni, https://www.csb.gov.tr/bakan-kurum-11-ile-11-ayri-
master-plan-calisiyoruz-bakanlik-faaliyetleri-38453 (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-5 (2023). Bakan Kurum: 21 Şubat’ta Başlattiğimiz Yapim Süreci̇nde 10 Bi̇n 12 Yeni̇ Yuvamizin Sözleşmeleri̇ni̇ İmzalamiş ve İnşaat Süreci̇ne Başlamiş Olduk, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, basın bülteni, https://www.csb.gov.tr/bakan-kurum-21-subat-ta-baslattigimiz-yapim-surecinde-10-bin-12-yeni-yuvamizin-sozlesmelerini-imzalamis-ve-insaat-surecine-baslamis-olduk-bakanlik-faaliyetleri-38455 (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-6 (2023). AKP milletvekili elinde kağıt kalem Maraş’ın kent planını çizdi: Buraya, buraya yapacağız, Artı Gerçek, https://artigercek.com/politika/akp-milletvekili-elinde-kagit-
kalem-marasin-kent-plani-cizdi-buraya-buraya-239900h (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-7 (2023). Bunları yapmadan enkaz kaldırılamaz! Enkaz kaldırırken nelere dikkat edilmeli?, Evrensel, https://www.evrensel.net/haber/482259/bunlari-yapmadan-enkaz-kaldirilamaz-
enkaz-kaldirirken-nelere-dikkat-edilmeli (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-8 (2023). Deprem bölgesine 405 bin afet konutu ile 83 bin köy evi yapılacak, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/gundem/deprem-bolgesine-405-bin-afet-konutu-ile-83-bin-koy-evi-yapilacak/2836756 (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-9 (2023). Deprem vergisi: 23 yılda ne kadar vergi toplandı, bununla kaç konut yapılabilirdi?, Euronews, https://tr.euronews.com/2023/02/11/deprem-vergisi-22-yilda-ne-kadar-vergi-
toplandi-bununla-kac-konut-yapilabilirdi (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-10 (2023). 18 maddede, “Afetzede Barınma Desteği” konusunda merak edilen sorular ve yanıtları, Evrensel, https://www.evrensel.net/haber/482718/18-maddede-afetzede-
barinma-destegi-konusunda-merak-edilen-sorular-ve-yanitlari (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)
URL-11 (2023). Erdoğan’dan depremzedelere seçim öncesi ‘müjde’: 20 yıl borçlan bir ev verelim, Cumhuriyet, https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/adiyamanda-konusan-erdogandan-
tepki-ceken-aciklamalar-2065444 (erişim tarihi: 7 Haziran 2023)