Kabataş Transfer Merkezi Projesi Katılımcı Tasarım Süreci Hakkında Bir Polemik

ramazan oruç
7 min readMar 23, 2024

--

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinden bir grup arkadaşımızın Planlama dergisinde yayımlanan, İstanbul, Kabataş Transfer Merkezi ve Yakın Çevresinde Katılımcı Tasarım Süreci Üzerine Düşünceler başlıklı görüş yazısını geçen yıl tesadüfen okumuş, yazının sonuç bölümünde yer alan aşağıdaki paragrafı alıntılayarak okuma tavsiyesi olarak paylaşmıştım:

“…Son olarak bugün kent gündemini meşgul eden Kabataş Transfer Merkezi ve yakın çevresine yönelik hazırlanmış olan tasarım ile bu tasarıma altlık oluşturması hedeflenerek yürütülmüş olan katılımcı süreç çıktılarının ciddi çelişkiler içerdiği söylenebilir. Bugün gelinen aşamada kentlilerle paylaşılan proje görsellerinin yarattığı tepki bir iletişim hatası olarak değil; tasarım ve katılım süreçlerinin birbirinden bağımsız ilerletilmesi, katılım süreci çıktılarının dikkate alınmaması yönünde bir tercih olarak okunmalıdır. Karar verici kurumun, şeffaf olmayan, alışılageldik proje elde etme yöntemleriyle konuya yaklaşması Türkiye’de henüz gelişmekte olan katılımcı süreçlerin zeminini zayıflatması açısından önemli riskler taşımaktadır. Diğer yandan tasarımcının kolektif bir çabayla üretilmiş bilgi ve ilkeleri görmezden gelerek temel ihtiyaç programları üzerinden, kendi bilgi birikimi ve deneyiminden yola çıkarak bu önemli kamusal mekân için fikir üretmeyi tercih ettiği bir projelendirme sürecinin işletilmesi, yazının başlangıcında belirtilen İBB’nin şeffaf, katılımcı ve kapsayıcı proje elde etme söylemiyle tutarsızlıklar içermektedir. Küresel ölçekte kamusal mekânda proje elde etme yöntemleri repertuarı içerisinde katılımcı yöntemlerin değeri artarken, Türkiye’de de önemli potansiyeller barındıran bu alanda yukarıda sıralanan şeffaflık, hesap verebilirlik, kapsayıcılık gibi ilkeleri gözeterek adımlar atılması kentsel demokratik yaşamın ve kamusal mekânların geleceği açısından önem taşımaktadır.”

Şubat başında “Buradaki arkadaşların da kamuya açık bir beyanla özeleştiri verme sorumluluğu var. Kimsenin görmediği bir akademik görüş yazısıyla günah çıkarmaları onları tarih önünde aklamayacak.” alıntıma, yaklaşık bir ay sonra Murat Cemal Hoca “Yarı yolda habersizce başkalarına aktarılan bir iş var. Üstelik o güne kadar gönüllü olarak katkı sunmuş toplumsal vazife görmüşler. Neyin özeleştirisini yapacaklar, neden? Onları yarı yolda bırakan siyasal/bürokratik tarzın eleştirisini daha sert yapmalılar ama.” şeklinde bir yanıt verdi ve aramızda kentsel muhalefetin ahvali üzerine uzun bir polemik başladı. Bu polemiğe zaman zaman başkaları da dahil oldu. Sonuçta bende yeni pencereler açan bu tartışmanın Twitter’da kalmasını istemedim. Buraya aktarıyorum.

RO: (yazıya atıfla) Buradaki arkadaşların da kamuya açık bir beyanla özeleştiri verme sorumluluğu var. Kimsenin görmediği bir akademik görüş yazısıyla günah çıkarmaları onları tarih önünde aklamayacak.

MCY: Yarı yolda habersizce başkalarına aktarılan bir iş var. Üstelik o güne kadar gönüllü olarak katkı sunmuş toplumsal vazife görmüşler. Neyin özeleştirisini yapacaklar, neden? Onları yarı yolda bırakan siyasal/bürokratik tarzın eleştirisini daha sert yapmalılar ama.

RO: Bugün Kabataş’ta yapılanlar için hala “katılımcılık” bir meşruiyet halesi olarak kullanılıyorsa bu ayağı temsil eden grup olarak üç konuyu açıklığa kavuşturmaları gerekiyor bence:

  • Yarı yolda bırakılmayacaklarının güvencesini talep ettiler mi ve ihlali durumunda nasıl bir mekanizma öngördüler?
  • Belediyeye sundukları çıktıları kamuya açtılar mı?
  • İlgili biri olarak benim bile tesadüfen gördüğüm bu görüş yazısından daha fazlasını yapma sorumlulukları yok mu?

BİMTAŞ’ın bu başlıkta bir ihalesi var bu arada (2020/400333).

MCY: Kendileri daha iyi bilir elbet ama ilki konusunda çabaların karşılıksız kaldığını, yaptıkları iş hakkında seminer ve yazıları olduğunu biliyorum. Daha fazlasından kasıt ne? Çıkıp bize iş vermediler, oyun bozanlık ettiler demek olacak daha fazlası. Onu yapamazlar bence.

RO: Bilmiyorum hocam, yani o ekip içinden arkadaşlar bu deneyimden sonra da pek çok belediye projesinde yer aldılar. Sadece anlamıyorum. Belli ki kişisel hassasiyetlerin ötesinde, kurumsal katılıktan kaynaklanan yapısal açmazlar var. Eylemlere getirilen eleştirilerin kişisel algılanmasının yaygınlığı da beni üzüyor ayrıca. Ben 2019'da mezun oldum ve gördüğüm tek yerel iktidar bu. Kentsel muhalefetin buraya yönelmesine gösterilen otomatik koruyucu reaksiyonlar bana tuhaf geliyor. Belki öznel deneyimim dolayısıyla biraz fazla hassas tepki veriyor olabilirim, bunu kabul ediyorum ama yerel muhalefetin hali üzerine düşünmek, tartışmak, soru sormak neden marjinalleşti bu kadar diye de sormamız gerekiyor bence. Mesela, yapıp ettiklerim hakkında bu türden eleştirileri duymaktan mutlu olurdum herhalde.

MCY: Ben de mutlu olurum. Kişiselleştirme yok. Yalnızca bildiğim ve şahitliğim olan hikayeler yok gibi davranamam. Büyük bir grup ve yalnızca birkaçı başka projelerde yer aldı. Sonrasında yapılan işler o zaman yapılanın üzerine konuşmayı sınırlıyorsa bu da açıkça konuşulmalı. Muhalefet etmeyi marjinalleştiren bensem, bildiklerimi paylaşmak neden muhalif söylemi marjinalleştirsin ki? Muhalefet ettiğin şeyden ben de memnun değilim ve söylenip duruyorum bu ortamda. Ama çoğu sürecin mağduru olmuş arkadaşların hesaplaşmasını gerekli görmüyorum doğrusu. Duygusallığın kabul gördüğü bir alan biliyorsun bende toplumsal muhalefet alanı:) Dilediğin rahatlıkta konuşmanı ve bağırmanı destekliyorum; sessiz de kalmıyorum üstelik, seninle konuşuyor, tartışıyorum. Muhalif tavrı da her şeyi olduğu gibi bir arayış olarak görüyorum. Açıklamanın bu kısmını da kişisel bulma ihtimaline karşı yazayım; arayış neden bir ilke olmasın ki, kati cümlelerin kuruluşlarına karşı kendinden dahi şüphe eden bir tavır?

RO: Bence benzer şeyler söylememize rağman uzlaşmamız şu iki nedenle imkansız:

  • Aktörlerin failliğinden ziyade kişiliklerine vurgu yapıyorsunuz,
  • Olgular vücuda gelmeden müdahale yerine olup bittikten sonra muhasebesini öneriyorsunuz.

MCY: Aktörlerin faillikleri kişiliklerinden ibarettir. İkinci argümana nasıl vardın hiç anlamadım!

RO: (Tüylerim diken diken oldu gif’i)

MCY: Kendileri daha iyi bilir elbet ama ilki konusunda çabaların karşılıksız kaldığını, yaptıkları iş hakkında seminer ve yazıları olduğunu biliyorum. Daha fazlasından kasıt ne? Çıkıp bize iş vermediler, oyun bozanlık ettiler demek olacak daha fazlası. Onu yapamazlar bence.

ES: İBB yönetimi ile yapılan anlaşma sözleşme ne kadar bağlayıcı olur bilmiyorum ama siz geçtiğimiz senelerde yazmistiniz kent muhalefeti kurulan ilişki ellerini güçlendirirdi diye düşünüyorum. Proje belli olduktan sonra biaraya gelindiğini bilerek. Bir yapılan tüm katılımcı sürecin sonuç raporunun ortada olmamasına dair kamuoyuna süreci yürütenler olarak açıklama yapılmasinin gerekliliğine inanıyorum.

MCY: O rapor ortada sanırım ama ona aykırı işler yapılıyor gibi. Sorayım muhataplarına, sizi yanıltmayayım.

RO: Bence benzer şeyler söylememize rağman uzlaşmamız şu iki nedenle imkansız:

  • Aktörlerin failliğinden ziyade kişiliklerine vurgu yapıyorsunuz,
  • Olgular vücuda gelmeden müdahale yerine olup bittikten sonra muhasebesini öneriyorsunuz.

EFÖ: Konuyu az buçuk bilen birisi olarak dahil olacağım tartışmaya. Böyle işler yapılırken işveren bir sözleşme hazırlar, derse bu işe dair yayın hakları benimdir, yayın yapmak mümkün olmaz, böyle bir garabet var, o ekibin içinden arkadaşlar yanmıyor mu herkesin emeği zayi oldu diye.

RO: Çok doğru bir müdahale oldu bence. Buradaki anahtar sözcük “işveren”… Belediye tarafı “kardeşim katılımcı süreç işlettik işte” diyebiliyor mu? Kabataş’ta olanın tarihini yazacak müstakbel bilimci haysiyetli biriyse şu notu düşebilir: “O iş tam öyle değil.” Sonuçta bir tarihyazım sorunumuz var. Ben bu kısımla ilgilenmiyorum.

MCY: Bu konuşmama hali sonuç ürün kullanılmamasına rağmen sözleşme tehdidiyle sürüyorsa, hala da oralarda saf alınıyorsa, vah benim arkadaşlarıma!

RO: Sizin de “Bu paylaşımın 10 beğenide kalmasının hesaplaşmasını kendinizle yapınız. Söylediğim her hangi bir şeye itirazınız olamayacağına göre, geriye bu yönetimin alternatifine yönelik hisleriniz kalıyor. Benim de hislerim benzer, ama eleştirisiz kalan bir iktidar da olmamalı!" şeklindeki tivitinizde öfkelendiğiniz gibi, şu ana özgü tuhaf bir örüntü söz konusu. Ben bu “muhalefetin baskılanması” olgusunu kişiler üzerinden tartışmayı arızalı görüyorum. Arkadaşlarınız benim de arkadaşlarım. Neredeyse tamamıyla da iyi ilişkilerim var. Onları aşan, onların üstünde bir trend var ve bunu kabaca “içerilme” diye menfaat ilişkileri üzerinden okumak da eksik görünüyor bana. Çünkü gözlemlerim ehven-i şer’de konsolide olunduğunu gösteriyor. Ufuk buradan öteye tırmanamıyor maalesef. “Otoriter merkezi yönetimler altında yerel demokrasiler mümkün mü”yü tartışan koca bir literatür var ve İstanbul örneğinde buna yeterince ağırlık verilmediği kanaatindeyim. Belki bir istisna, şuradaki makale.

MCY: Yazdığım her kelimesin hesabını vermek zorunda kalmamalıyım! “Vah arkadaşlarıma” demek neden bahsettiğin genel eğilimlerin reddi ya da gölgelenmesi olsun ki! Aksine güçlendirici bir ünlem içeriyor olmasın!

RO: Estağfurullah Hocam, Şüphesiz ki öyle bir etkisi olur. Benim çocukluğumun en büyük travması “senden bunu beklemezdim” sözüydü. Kuşkulandığımız gibi eğilim genelse, bu tür komünite içi müdahalelerle problemin çözülemeyeceği ortada. İstanbul yerel siyasetndeki muhalefet sorunu spesifik bir projenin yalnızca katılım ayağı üzerine çalışmış küçük bir ekibe etik değerler üzerinden koşullu sitem eden Murat Cemalleri aşan bir ölçekte. Tekrarlıyorum, ben bu düzlemde yapılacak bir değerlendirmenin sağlıklı olmadığını düşünüyorum.

EFÖ: Konuyu az buçuk bilen birisi olarak dahil olacağım tartışmaya. Böyle işler yapılırken işveren bir sözleşme hazırlar, derse bu işe dair yayın hakları benimdir, yayın yapmak mümkün olmaz, böyle bir garabet var, o ekibin içinden arkadaşlar yanmıyor mu herkesin emeği zayi oldu diye. Burada şeffaflığı ve katılımı önemsemeyen idarecilerin ikiyüzlülüğü var. Müdür olan kişilerin kendi inisiyatifleri söz konusu. Arkadan iş çevirmişler. Ekip attığı imzaya sadık, şu soru: projeye sadik kalinmadiysa, sozlesmeye sadık kalmam. O da üniversiteyi bağlar.

RO: Şeffaflık ve katılımı önemsemek gibi bir “erdem” siyaset düzleminde boş gösteren. İdarecilerin ikiyüzlülüğü de siyaset bağlamında bir karakter sorunu değil.

EFÖ: Halihazırda öyle olmayabilir ama o hale çevirmek gerekmez mi? Yüzlerine yüzlerine vurmayalım mı? Şeffaflık bence bir minimum, en az gösterge ya da gösteren senin deyiminle. Ne olup bittiğini görmek gerekmez mi?

RO: Yüzlerine yüzlerine vurduktan sonra ikiyüzlülüğü bırakacaklarsa elbette yapalım. Görelim tabii ama “sözleşme” diyordunuz az önce. Ve sözleşme gereği şeffaflığın önünün kapalı olduğunu. Bu koşullarda sözleşildikten sonra şeffaflık talep etmek baya anlamsız.

EFÖ: Ikisi farklı şeyler bence. Sözleşme gereği yayın yapılamaması (şeffaflık, hesap verme idarenin sağlaması gereken kosul), yapılan işe sahip çıkılmaması başka bir durum. Katıldım; benim fikrim, talebim ne oldu diye sormayan bir kentli grubu da var. Bu iş çok katmanlı.

RO: İdare, ortada kendisini şeffaflığa zorlayan bir karşı güç yokken ya da zayıflıyorken, neden kendi işine gelmediği halde şeffaf olmak istesin ki? Gücün temerküzü, denge denetleme mekanizmalarından kurtulma çabası, vs sadece ulusal siyasette değil yerelde de bir trend.

MCY: Yıllardır o karşı güç oluşsun diye uğraşıyoruz uzanabildiğimiz mahallelerde. Ama senin anlattığın kadar sade değil olagelen, bir yığın sosyo-ekonomik ve politik ilişki içerisinde öncelik kaybediyor denetleme. Karşılıklı bir alışveriş içerisinde popülist bir muvazaa oluşuyor. Bu yalnızca kentin çeşitli topluluklarıyla kent yönetimi arasında da yaşanmıyor. Üniversitede de var, siyasi partinin içinde de.

EE: Nitelikli eleştiri ve haber eksikliği bunun kök nedenlerinden biri. Bir diğeri ise özsaygı ve temel haklar konusundaki bilinç.

--

--