Kapalı
Bir geceydi. Gözümüze görünen, gördüklerimize denk düştü. Eve girdiğimizde üç kişiydik. Evden yine üç kişi çıktık.
Hava aydınlandı.
“Bu, sıçtın mavisi. Ne güzel mavisidir gökyüzünün günü aydınlatan sabahında.”
Pencereye uzandım.
“Nasıl mavi?” diye sordu C..
“Teslime birkaç saat kalanın” dedi N..
N. üzgün değil, eğlenmiyor da. İkisinden de az. Ben? Orada gibiyim. Sanki birilerinin duyguları bende gerçekleşiyor. Olan biteni yaşıyorum. Bana nasıl göründüğümü gösterme! Gösterdin. Göstermeyeceksen de bir sonrakini, kaydediyorsun. On saniye öncesine ait bir ses. Çıldırıyoruz. Sen beni çıldırt bakalım. Sen de, çoktan yükseldiğin âlemden aşağıdaki halime onu sakinleştirerek söylenirsin. Bağırmadan. Akşamdan dinlenmiş bedenlere uyum sağlayarak ama hep yorgun.
“Ne üzerine yazmanız gerekiyor ki?” diye sordu. Yüzü bana dönüktü.
“Elveda diyene kadar ne yazmam gerekiyorsa onu yazacağım” dedi N.. Sabah oldu sonra. Ezandan anladım. Müzik bittiğinde başladı söylenmeye. Işığı kapattığımda kulağımda yankılanandan da…
“Ya, onu boş verdim de ne oluyoruz?”
Masadaki pense, masanın altındaki kedi, masada karşımda duran N.,
“Aşağıdan yükselerek tırmandığı masadan elinin en solunu yalamaya davranan kedinin ani varlığıyla irkilmene şaşırdım.”
Ne zaman ayrıldı yanımızdan, duşun başlığından sıcak su ne vakittir akıyor hiç bilmiyorum. Biraz daha zaman geçti. Sessizlik rahatsız etti. Sonra bazı sesler, yükseliyor gibi oldu. Sonra bir gitar sesi. Sonra, sonra neden bu? Tuvaletle, duş aynı yerde. Yani biri sıçacakken diğeri yıkanamıyor.
“Güzel olan…” dedi C. kurulanırken, “...yıkanmadan önce sıçmak için başka duvarları aşmak gerekmiyor.”
Çoktan, çoktan toprak olmuşsun sen; şarkı söyleyen gölge.
“Tanıdığımda seni daha, yeni başlamıştım tanımaya insanları ve bir insan olarak kendimi”. Böyle söyledi N..
Öncesinde bir başkaydın. Başkaları da başka.
“Dibini gördüm ya! O, eder devam. Neyse ne!”
Şişeden dökülürken yine şırıldadı. Şarkı değişti.
“Bir piyano sonatı” dedi sonra “değil konçertosu.”
Aptallık, bırakmıştık böyle yaşamayı daha üç yıl önce. Nasıl da hortladı sabahın dördünde.
“Geçiyor dördü kırk dört” dedi hemen. Düzeltti beni. Kablolar dolaştı ayaklarıma. Bir dakikadır düşünüyorum. Sanki daha az. Ama sanki daha fazla geçti. Sabaha mı yakındır gün yoksa geceye mi?
“Bu” dedi “nereden baktığına bağlı”
Ben buradan başka bir yerden bakamıyorum, bakamadım da hiç. Beni anladı. Battaniye ile N.’ye doğru biraz… Ne dedi?
“Ne dedin?”
Baktı, şaşkındı:
“Ne demiş olabilirim?”
“Mesela N.’ye, benim hakkımda bazı uygun olmayan, bazı tuhaf şeyler…”
Sözümü kesti.
“Su, nedense soğuktu” dedi.
Şaraba uzandı ve arkasına yaslandı. Daha ne anlatmıyor bana şimdi şu çalan şeyin hangi, şu çalan şeyin nasıl, şu… Kadın, dolduruyordu da…
Ellerinle yanağını okşadın çocuğun. Bozuk paralarından… Bir dakika, işte buldun. Bir mendil aldın. Şimdi bazı ablalar kâğıt para verince yüzüm gerilir. Bence o mendili almakla iyi ettin. Sarı saçlarım ve açık tenimle sevilesiyim. C. bunu bilir. N. de bilir. Ama ne oldu? Kökünden kopmak dediğin şey bana birden olmadı. Mesela ne olduğunu anlatayım. Seneye müzik üzerinden kent okuma fikrine bir katkı sunulsun, tarafımdan: PJ Harvey; Stories From The City, Stories From The Sea. İşte böyle.
Ama var ya, sana da aşk olsun. Biz şimdi üç başka insanız. Bazı duygularımız karışık da üstelik. Kedi de uyudu. Sevgililerimiz de başka yerlerde. Ben seni tanımıyorum. Sen beni zaten tanıyamazsın (Çünkü buna izin vermiyorum). Parantez değil de belki bir dipnot. Zaten bu açıklamayı yapıyorsan sana daha da bir şey denmez. Kimse de tanımaz, bunu istemez.
Soluksuz okudu başını gömdüğü kitaptan C.:
“Klavyemde her Türkçe karaktere karşılık gelen bir Arapça harf. Ama gizli, Bir çıkartma, altındaki karakteri aptalca ama anlaşılabilir bir kaygıyla benden gizlemeye çalışıyor. Ama ben bir taşınmışım. Ben kökünden kopanım. Bu dağınıklık tam da ondan. Saçlarım sınırda tellerden geçerken dikenlere takıldığından bu kadar düz. Yüzüm evrenin sonsuz ihtimalleri içerisinden yalnızca birine hapsediliyor. Zaten ben ne kadar bedenimim ki? Beni resmetsene, yüzümü bir kâğıda hapset. Geçirgenmiş gibi, sanki beni olduğumdan farksız bir halde öte tarafa geçirirmiş gibi. Ben buradayım, hayallerim geçse de öte tarafa.”
N., derin uyudu. Ben sıkıldım.
“Nereden buldun onu?”
Sessiz devam etti.
“Kör olmadın daha.”
İşte bir başımayım.
“Dükkân kepenkleri açılıyor. İşe gidenler işten çıkanlarla karşılaşıyor.”
Nereden biliyorsun?
“Hep öyle olmaz mı?”
Bilmem.
“Şu mendilci çocuk hikâyene devam etsene?”
Bence de hikâye hep. Dokun mesela. Şimdi çek elini. Bana demin ne olduğunu anlat. Sadece, demin ne yaptık? Çok geriden başladın ama işte bir hikâye.
“Öyleyse öyle “ dedi uyuduğu yerden.
Sonra sustuk yeniden.
25 Mayıs 2016